Biz insanoğlu unutmak
için yaratılmışız. Zaman bize her şeyi unutturur. Acılarımız, anılarımız,
tanıdıklarımız, isimler, kişiler, şehirler, sokaklar vs. Unutmasaydık olmazdı.
Yaşayamazdık. Üç yaşında kreşte koşarken düşüp ön iki dişimi kırdığım zaman yaşadığım
acıyı şimdi hatırlasaydım eğer, bir daha hiç koşamazdım düşerim korkusuyla. O yüzden unutur insan,
acıyı da tatlıyı da unutmalıdır ki önüne bakabilsin. İleriye gidebilsin.
Ama biz insanoğlu ne yaparız, hep hatırlamak isteriz. Acının da,
tatlının da hep zihnimizin bir köşesinde kalmasını bekleriz. Yaşanan o anları hatırlamak için fotoğraf
çekeriz. Yıllar sonra o fotoğraflara bakarken, o an gelir gözümüzün önüne gülümseriz.
Bazımız ise günlük tutarız. Gün içinde yaşadıkların, yediklerin,
içtiklerin, gördüklerin, duyguların hepsi o kağıtlarla aranda, bir gün gelip de
okunmak üzere sır olarak kalır.
Ben de öyle yaptım. 1989 yılında ortaokulda başladım günlük tutmaya, ta ki 2004 yılına kadar da yazdım. Defterlere,
dosya kağıtlarına, renkli saman kağıtlara, ajandalara…
Nereye bulduysam yazdım. O gün yaşadıklarımı yazdım : “Bugün
Rosemary'e gittik, frambuazlı pasta yedim.Oradan da Ruşen'e gidip kahve
içtik”.Hayallerimi yazdım : “Rehber öğretmenime yazdığım otobiyografide
tiyatro ile ilgili hayallerimi anlatmıştım,bugün beni yanına çağırdı çok
duygulandığını söyledi ve benim bir oyunda oynamamı istedi.O an o kadar mutlu
oldum ki anlatamam”. Duygularımı yazdım: ''İçimde çok garip bir heyecan var, çok
mutluyum, ama bunun sebebini bilmiyorum /Kendimi çok kötü hissediyorum
huzursuzum, sanki tüm arkadaşlarım bana küsmüş gibi”. Şiir yazdım: “Seni
düşünmek şarkılarda/Ay ışığında boş sahilde/ Dalgalarla konuşmak / Seni
beklemek umutlarla”. Tanıdığım tüm
arkadaşlarımı, öğretmenlerimi tasvir ettim. “.....hazırlıkta da aynı sınıftaydık ama
hazırlıkta hiç böyle değildi. Şimdi ispiyoncunun biri olup çıkmış. Seneler
insanları nasıl da değiştiriyor. O da kıl birisi. Sert otoriter bir tip gibi
davranıyor…” Planlarımı, kararlarımı yazdım. “Bugün kızlarla
konuştuk, çevremizi genişletmemiz gerektiğine karar verdik, hayatımız öyle
monoton geçiyor ki. Bir çevre edinebilmemiz için bir gruba katılmamız
lazım.Metalciler veya burjuvalar. Kesinlikle burjuva olamam.Bana cazip gelmiyorlar.
Metalcilerin çevresi daha ilginç gözüküyor. Gittikleri yerler belli, ama bir
ortamın içine damdan düşer gibi girilmez ki…” Hiçbir zaman sahibine gönderemeyeceğim mektuplar yazdım. “Bu
şehirde de güneş batıdan batıyor ama sensiz. Aynı göğün altında senden
kilometrelerce uzakta güneşin batışını izliyorum, senin izlemediğini bile
bile...Bu yazdığım kaçıncı mektup ama son olmasını diliyorum. Seni yaşamaktan
tükendim…”
Şimdi bu kağıtlara bakınca ne kadar çok unuttuğum şey olduğunu
görüyorum. Bazı isimler bile o kadar yabancı ki. Yüzleri kesinlikle
gözümün önüne gelmiyor ama hayal meyal o kişileri hatırlıyorum. O anları sanki
ben hiç yaşamamışım da, bir romanmış, hikayeymiş gibi okuyorum. Okuyunca o
yaştaki halim gözümün önüne geliyor, gülümsüyorum. Koskoca bir geçmiş var o
kağıtlarda, belki sıradan bir çocuğun bir genç kızın geçmişi ama iyi ki
yazmışım diyorum şimdi düşününce. O kadar çok insan var ki orada, kendi
dertlerim dışında onlarınkileri de yazmışım. Kimi zaman bir hikaye kahramanı
olmuşlar, kimi zaman da mektup arkadaşı. İnsan anılarını hatırlamalı. Hiç bir
şeyi unutmamalı. Çünkü o anılar bizi var etti. Ben seviyorum bu eski kağıtlara
yazdıklarımı. Ara sıra çıkarıp okumak iyi geliyor bana.
Aklıma Müjde Ar’ın TEYZEM filmi geliyor. Karşılıksız aşkı yüzünden
aklını kaçıran kadının, öldükten sonra evin her köşesine sakladığı kağıtlara
yazdıkları ailesini o kadar şaşırtıyor ki, o kağıtları yazanın kesinlikle başka
bir kadın olduğuna inanıyorlar. Tabi bir de kadının gerçekten deli olduğuna :)
Kendimi bazen işte o kadına benzetiyorum. Bütün bu yazdıklarımı okusalar benim
ne kadar akıllı ya da deli olduğuma karar verirler mi, diyorum. Çünkü tüm o
kağıtlarda inanın kimsenin bilmediği tanımadığı bir ben var biliyorum.