31 Aralık 2013 Salı

KURBAĞAYA CAN VEREN PLAZA DELİSİ

   

   
 Bir varmış, bir yokmuş. Attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değmeyen bir adam varmış. Her gün yaşadığı plazanın girişinde yer alan süs havuzundaki kurbağalara, hafta sonu gittiği ormandaki dere kenarından topladığı çakıl taşlarını atar, kurbağaların ürkmesini beklermiş. Bıkmadan usanmadan, bir gün o kurbağaların ürkerek oradan zıplayıp kaçacağına o kadar inandırmış ki kendini, onu o şekilde gören plaza sakinleri dehşet içinde kendisine bakar, ama yanına yaklaşıp ''hemşerim napıyon burada?'' diye soru sormaya korkarlarmış. 

  Bir nevi “plazanın delisi” muamelesi yaparlarmış kendisine. Dedikodusunun alası yapılırmış tuvalet köşelerinde, asansör kuyruklarında. Kimine göre bu dört köşe cam fanus içinde yeterli nefesi alamayıp beynine oksijen gitmediği için, kimine göre beklediği terfiyi alamadığı için, kimine göre de sevdiği kız onu bir başka plazada yaşayan daha üst düzey bir çalışan için terk ettiğinden bu haldeymiş adam.

    Taşları kurbağalara atarken, boynunu hafif büker, dudaklarına masum bir tebessüm iliştirir, gözlerini kapatır, hayallere dalarmış. Bir gün bir deniz kenarında çakıl taşları üzerinde dalga sesleri ile uyuduğunu, bir gün bir dağ köy kahvesinde kuru sandalyeler üzerinde ince belli bardakla çayını yudumladığını, bir gün Afrika’da safaride bir aslanla göz göze geldiğini düşlermiş. Ayakta rüya görmekmiş onun yaptığı. Bu esnada da taşları atarmış kurbağalara ürksünler diye.

    Bir gün plaza yaşayanlarından biri dayanamamış tüm cesaretini toplayıp gitmiş adamın yanına. Bütün dedikoduları bir yana atıp, gerçeği öğrenmeyi çok ama çok istiyormuş. ''Pardon, size bir şey sormak istiyorum yüksek müsaadenizle efendim. Neden her gün bu havuza taş atıyorsunuz acaba?'' diye sormuş. Adam kapalı olan gözlerini açmış, bükük olan boynunu doğrultmuş, tebessüm ilişik dudaklarını serbest bırakmış ve gayet donuk bir sesle ''kurbağaları ürkütmeye çalışıyorum'' demiş. Plaza yaşayanı gülmüş. ''İyi de bu kurbağalar cansız, taştan yapılmış biblolar sadece, ürkmelerini beklemeniz çok anlamsız'' demiş. Bu cevabın karşısında adam kalın kaşlarını kaldırarak ''Peki sen kendini canlı mı sanıyorsun, bu yüz katlı, dört tarafı cam ile çerçeveli fanusun içinde yaşarken? O cansız dediğin kurbağalar ile arandaki fark ne? Nefes alıp vermek mi? Peki soluduğun hava gerçek mi? Senin de kafana her gün onlarca taş atıyorlar ve sen de ürküp kaçmıyorsun buradan, tıpkı bu havuzdaki kurbağalar gibi. Sen şimdi git önce bu soruların cevabını bul, sonra da gel beni tekrar sorgula!'' demiş ve havuza dönüp elinde kalan diğer taşları atmaya devam etmiş. 

     Duydukları karşısında kısa bir şok geçiren plaza yaşayanı, kendini toparladıktan sonra dedikodu kazanına atıvermiş plaza delisinin söylediklerini. Kazan bütün gün fokur fokur kaynamış, kaynadıkça coşmuş, coştukça taşmış. Ertesi gün havuzun başında plaza delisinin yanında bir kişi daha belirmiş kurbağalara taş atan, sonraki gün beş kişi, on kişi derken bir de bakmışlar havuzun kenarı dolup taşmış.Tüm plaza yaşayanları havuzdaki kurbağaları ürkütmek için havuzu taşlıyormuş. Bu süre içerisinde hiç bir kurbağa ürkmemiş ama bu hareketi önleyemeyen plaza yönetimi ürkerek, çareyi kurbağalı havuzu bina girişinden kaldırmakta bulmuş.

    Kurbağaların ürkmeyeceğine inananlar ise sabah gelip de kurbağalı havuzu göremeyince çok şaşırmışlar. Plaza delisi bütün bu olanları sessizlik içinde izliyormuş kenardan. Plaza yönetimini ürkütmek sureti ile, dolaylı yoldan da olsa kurbağaları ürkütüp o havuzu oradan kaldırtmayı başardığı için de kendisi ile gurur duyuyormuş. Bundan sonra kendisine plaza yaşayanları “sosyolog filozof mühendis bey” diye hitap etmeye başlamışlar. 


  Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine de olan zavallı çirkin kurbağalı havuza olmuş.










21 Aralık 2013 Cumartesi

VAZGEÇEBİLMEK....NELERDEN???

   
   
 



    Kadın DÜŞlerini aldı koltuğunun altına ve batan güne doğru yürüdü. Düşlerinin ağırlığından mıdır nedir, pek yavaştı adımları. Attığı her adımda ayaklarına batan taşların SIZIsını yüreğinde hissediyordu. Çantasına sıkıştırdığı PİŞMANlıklar ise o kadar çoktu ki, neredeyse fermuarını patlatacaktı. Evden çıkarken KEŞKElerini de cebine sıkıştırmayı unutmamıştı.  Ya o  gözünden akamayan  ,  içine akıttığı gözyaşları???  İçi su dolu balon gibi oturmuştu midesine.
   Bir an için '' keşke bir NEFES sigara olsaydım'' diye aklından geçirdi. Gözlerini kapatıp, ciğerlere çekilen derin bir nefes , biraz duman, biraz ateş, biraz kül ve biten izmaritin ardından ''PUF!''... Bir anda yok olabilirdi. Sıkça  kullanılan bir replik geldi aklına '' hayatım bir  film şeridi gibi geçti gözümün önünden ''  Şimdi kendi hayatı tıpkı bir film şeridi gibi geçiyordu gözünün önünden. Ama bu filmlerde karakterler ölürken söylenen bir replikti. Oysa o ölmüyordu, omuzları düşük, tabanları acıdan kızarmış da olsa ayakta ve batan güne doğru  yürüyordu. Denizin içinde birazdan kaybolacak güneşin ertesi gün diğer taraftan tekrar yükseleceğini bilerek yürüyordu. Ama bunu bilmek onun içindeki tarifsiz ACIyı azaltmaya yetmiyordu. O acı ki bırak yüreğini, ciğerini, midesini, dalağını, içinde ne kadar organ varsa hepsini dağlıyordu. 
  Sonra bir an ''rakı şişesinde bir BALIK olsaydım'' diye düşündü. Tıpkı  adını hatırlamadığı o şairin dediği  gibi. Her daim kafası kıyak bir balık. DERT yok TASA yok. Paçalarını ıslatan DALGAnın sesi ile irkildi. Durup, denizin ufuk çizgisine bakakaldı. Artık bir adım atacak hali kalmamıştı. Buraya kadar omuzlarının eğilmesine neden olan ne yükü varsa, tek tek DENİZe savurmak istedi. 
      Önce PİŞMANLIKlarını usulca bıraktı suyun içine. Dalga önce taşlara vurdu dövercesine, sonra çekti aldı içine. Sonra KEŞKElerini  fırlattı olanca gücü ile. O kadar ağırlarmış ki, birkaç dakika içinde gözden kayboldular. Sonra DÜŞlerini aldı avuçlarının içine. Uzun uzun baktı. Tam eğilmiş yavaşça suya bırakırken bir damla GÖZYAŞI düşüverdi düşlerinin üzerine. Kıyamazdı onları suya bırakmaya. Düşleri olmayan bir insan ne işe yarardı ki? O damla barajın önünü tıkayan bir taş misali açtı göz pınarlarını. Bağıra bağıra ağladı , HIÇKIRIKlar içinde karıştı  gözyaşları denizin suyuna. 
      Sonra aldı DÜŞlerini tekrar koltuğunun altına doğan güne doğru yürüdü...   

11 Aralık 2013 Çarşamba

YOLLAR BİZİ BEKLİYOR

   
   Bizler oldum olası gitmeyi seven bir topluluğuz. Olur da bir yere gidemesek bile gitmeyi konuşuruz. Dilimize pelesenk olmuştur '' ah şimdi bir otobüste olsak da nereye gittiğimiz bile belli olmasa '' cümlesi. Bazen toplaşır gideriz. Bu gitmeler eğlencelidir, komiktir. Türlü türlü anılar, fotoğraflar kalır bize. Bazen de tek tek gideriz. Tek başımıza olsak da biliriz ki  kalbi bizimle olan bir grup insan vardır ardımızda bıraktığımız. Bazen de tek tek aynı anda dünyanın farklı kıtalarında oluruz. Döndüğümüzde en ayrıntısına kadar anlatırız ne gördük ne yaşadık. Bizimle gelemeyenlere fotoğraflar ve yazdığımız küçük notlarla gelmiş kadar olmalarını sağlarız. Gidemeyenler hiç üzülmez gidip göremedikleri için. Kıskançlık krizlerine girmeyiz. İçimizden birinin bile gidebilmiş olması bizi fazlası ile mutlu eder. Biz birbirimizin mutluluğundan kendimize pay çıkarırız. 
   Bugünlerde hep beraber bir yerlere pek gidemiyoruz. Önceden bir öğlen paydosunda karar verip planlar yapıp o planlara harfiyen uyardık. Sırt çantamız her daim hazır kapı arkasındaydı. Kimse oyun bozanlık yapamazdı. Yapmak da istemezdi zaten . Sonraları  küçük ayrıntılar girdi her birimizin hayatına. O küçük ayrıntılar karar verdi ne zaman nereye gidebileceğimize. O ayrıntıları da kattık yaptığımız planlara.Kapı arkasında ki sırt çantaları oldu mu sana oldu mu sana koca bir bavul. Gün geldi çok güzel dahil oldular aramıza , gün geldi yapılan planları son gün bozdular farkında  olmadan. Kimi annesinin karnında dedi ki '' üzgünüm anne otur oturduğun  yerde ne işin var o kadar uzaklarda. '' Kimi de Roma da bir otel odasında      '' içmiyyyyycem o ilacııııııı, evimize gidelim annneeeeee '' diye ateşler içinde ağlarken erken dönüş bileti aldırdı bize. 
   Ayrıntılar arttıkça zorlaştı belki gitmeler ama esas maharet onlarla beraber gidebilmek. Belki şekli değişecek bu gitmelerin.  Eskisi gibi sadece tarihi turistik yerler gezilmeyecek, dağ bayır tırmanılmayacak, dereler aşılmayacak, gidilecek yerde'' acaba oyun parkı var mı '' diye bakılacak . Ziyaret edilecek yerlerde ilk sıraya alacak  bu parklar. Arnavut kaldırımlarında puset itmek belki çok yoracak bizi ama soluduğumuz o başka yer havası verecek o gücü bize. 
    Bizler mutlaka yeniden  düşmeliyiz yollara . Çünkü o yollar bağlıyor bizi birbirimize.  Çok uzak olması gerekmiyor bu havayı değiştirmek için. Arabaya atlayıp , tekerlerin dönmesini sağlamak   yeterli bizim için. Nasıl olsa  bir yere varır o tekerlekler yeter ki biz o ilk adımı atalım.