27 Kasım 2013 Çarşamba

LEZZET SIRLARI



 
   Yapılan seyahatlerin vazgeçilmez unsurudur nerede ne yenileceği. Gezi öncesi yapılan ön araştırmalarda, o yörenin lezzetlerinin hangi lokantalarda yenilmesi gerekliliği mutlaka not edilir. Gezi zamanı kısıtlı ise normalde yenilen üç öğün rahatlıkla beş öğüne çıkarılabilir. Aynı anda birçok lezzetin tadına bakabilmek adına masadaki kişilerle yakınlık derecesi gözetmeksizin farklı yemek siparişi verilerek, her tabaktan birer çatal almak suretiyle, bütün menüyü sipariş etmek üzere anlaşmaya varılır. Masa tıka basa dolu da olsa mutlaka yan masadakilere ne geldiği göz ucuyla gözetlenir ve ''ay şundan da mı isteseydik, nefis görünüyor'' diye iç geçirilir. 

   Antep'e gidip de oranın lezzetlerini yerinde yeme arzusu ile yanıp tutuşurken, elde olmayan teknik  nedenler dolayısı  ile bu dileğimizi bugüne kadar gerçekleştiremedik. Ne zaman gerçekleştireceğimiz ise şimdilik bir muamma. Ama iş icabı da olsa zaman zaman yöreye giden sevgili kocam o lezzetleri tadarak, bana da gelip anlatarak içimizdeki yemek aşkını bir nebze olsun köreltmek için elinden geleni yapıyor. Öyle ki biz Antep'e lezzetlerine gidemiyorsak onlar bize gelsinden yola çıkarak yapmaya karar verdi Kilis Kebabını.
    Bu kebap içindeki lezzeti, zırhın et, maydanoz, biber ile sayısı belli olmayan kere kesilerek birleşmesine borçlu. Tabi bunu yapmak öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Bu saydığım malzemeler hepsi bir seferde doğranmıyor. Sabır ve el emeği ile önce kuşbaşı etler, sonrasında diğer malzemeler teker teker ilave edilerek, tekrar tekrar zırh ile üzerinden geçilerek sonunda kebabın kıyması elde edilmiş oluyor.

  Bu iş öyle kasaptan kıyma aldım, yaptım oldu demekle olmaz, onu baştan söyleyeyim. Her yemeğin mutlaka bir püf noktası vardır. Ya bir baharat, ya bir son dokunuş yemeğe o eşsiz lezzeti verir. Burada ise işin püf noktası zırh ile hazırlanan bu kıymadır.

   Geri kalanı ise, tepsinin altına patatesleri yerleştirerek, üzerine bu kıymayı yayıp, onun da üzerine domates dilimlerini yerleştirmekten ibaret. Bu şekilde fırına verilerek, enfes kokular eşliğinde pişmesini beklemekten başka bir iş kalmıyor bize.
   

   Sadece Kilis Kebabı bize Antep'i anlatmaya, yaşamaya yetmez tabi ki. Antep yemeklerinin hepsini evde yapmaya kalkmak da hiç o kadar kolay bir şey değil. Ama biz yine de kendi mutfağımızda elimizden geleni ardımıza koymayarak yeni lezzetlerin peşinde olacağız. Bu arada en kısa zamanda da Antep'e gidip, yerinde bu lezzetler ile tanışmak için de çaba göstereceğiz. 
    

12 Kasım 2013 Salı

MARGARİN İLE TEREYAĞI TABU YIKAR MI?

   

     Her şey ailede başlar derler. Özellikle yeme alışkanlığının edinilebileceği yegane yer ailedir. Bizim evimizde her sabah kahvaltı sofrası hazır olurdu. Her ne kadar çalışan bir kadın olsa da, annem bizi zinhar kahvaltı etmeden okula göndermezdi. O yüzden üniversite  için İstanbul'a geldiğimde yurttan kahvaltı yapamadan çıkmak bana ilk başlarda çok tuhaf gelmişti. Edinilmiş alışkanlıklardan biranda vazgeçmek insanda soğuk duş etkisi yaratırmış. Bir yanımın eksik kaldığını hissetmiştim. Bu sebepten okula girer girmez koşar adım kantine gider, kahvaltımı yapar, kendime gelirdim. 

     Birçok şeyi annemden öğrendim. Pasta börek işinde belli standartları vardı. Özelikle sıvı yağ kullanırdı ve mutlaka ölçünün daha azını koyardı karışımlarına. Margarin ve tereyağı içeren pastaları yapmayı tercih etmezdi. Çok nadir ve mecburiyetten kullanım dışında margarin girmezdi evimize.  

    Bendeki bu margarin ve tereyağı korkusu buradan gelir. Ne zaman farklı bir kek, börek, pasta yapmak için tarif karıştırsam, karşıma çıkan margarin ve tereyağı yüzünden vazgeçerim. Annemin kızıyım ya, margarin de tereyağı da koymam pastalarımın içine, korkarım. Ben bu iki zararlı maddeyi kullanmam ama kullanılmış olan tüm pasta ve börekleri de gönül rahatlığı ile yerim. Hiç de geri kalmam. Benin sorunum, bunların yediklerimin içinde olduğunu gözlerimle görmemiş olmam ve buna kendimi alet etmemiş olmam. Bu nasıl bir psikolojidir bilemem, ama sanki ben görmeyince daha az zararlı oluyor bu meretler. 

     Tabi bu tereyağı ve margarin takıntımdan dolayı bugüne kadar çok dar bir çerçevede kaldı repertuarımdaki pastalar. İnsanın havuçlu kekten bir adım öteye geçememesi artık bir noktadan sonra ağır gelmeye başlıyor. Farklı sularda yüzmek, farklı tatlara yelken açmak isteği bir kurt gibi sizi kemiriyor. Ta ki kırılma noktasına gelip de ben bugün farklı bir lezzet yapmalıyım diye yataktan fırlayıp, dolaptaki tart tepsisini karşıma alıp, bugün seninle çok güzel şeyler başaracağız diyene kadar. 

    Başlangıcı biraz zor olsa da, margarin ve tereyağını unun ortasına yumurta ile birlikte koyup da yoğurmaya başlayınca, korkunun ecele faydası olmadığını anlamış bulunuyorum. İşte yıllardır uzak durduğum ikili şimdi ellerimin arasında un ve yumurta ile birleşerek o leziz tart hamuru olmak için adım adım ilerliyor. Yoğurma işlemi bittikten sonra o afilli tart kalıbına incecik olarak açılıp serilen hamurun üzerine gelsin elmalar tarçınlar... 

    Aslında tarifte hamurun bir kısmının dolapta dondurulup, elmaların üzerinin dondurulan hamuru rendelemek sureti ile kapatılması gerektiği yazıyordu ama sabırsız ben, donmasını beklemeden o muhteşem (!) tasarım yeteneğimi konuşturarak, resimde görmüş olduğunuz deseni elde ettim J. Şeritler tamamen doğaçlama eseri ortaya çıkmış olup, aynısını benden tekrar bekleyenlere bunun mümkün olmadığını üzülerek belirtmek isterim. 
      
   
 Gelelim görüntüsü itibariyle güzel olan bu elmalı tartın tadının nasıl olduğunu anlatmaya. Bu konuda tabi ki görüşleri benim için çok değerli olan kocam, hamurunun gayet kıvamlı, lezzetli bir tart olduğunu belirterek, ilk denememde beni onurlandırmıştır. Görüşleri itibariyle bana torpil geçtiğini düşünenler varsa yanılıyorlartadına bakan misafirlerimin de çalışmamı gayet başarılı bulduklarını dile getirmiş olduklarını buradan belirtmekte fayda görüyorum.        
   Tabuları yıkmak kolay değil. Benim için margarin ve tereyağı tabusu tam 38. yaşımda ancak yıkıldı. Darısı diğer tabularımın başına

7 Kasım 2013 Perşembe

Elalemin Parkları Der Bize Hayatları


     
     
        Eğer bir çocuk ile seyahate çıkıyorsanız onun oyun oynama ihtiyacını göz ardı etmeyip, ziyaret edeceğiniz ören yeri, müze, katedral vs.ye oyun parklarını da mutlaka ilave etmek zorundasınız. İsviçre bir çocukla gezmek için oldukça ideal bir ülke, öyle ki insanın burada gördüğü parklar neticesinde çocuk olmasa da çocuk olası geliyor. İsviçre'ye Mayıs 2012de gitmiştik. Bizim kız 3 yaşındaydı. Bugün hala ara ara anne bir daha İsviçre'ye gidelim deyip duruyor. Nedeni ise, tabi ki orada her gittiğimiz şehirde mutlaka arayıp bulup  gittiğimiz parklar.

Pilatus Dağı’nın bir tarafından trenle çıkıp, diğer tarafından teleferik ile indik. Teleferik ile inerken, iki ayrı durakta inip daha sonra devam edebiliyorsunuz. Bu duraklara çeşitli oyun ve aktivite alanları yapmışlar. Her yaştan çocuk, genç ve yetişkin için doğanın kucağında gerek bahar, gerekse kış aylarında oynanacak bir sürü oyun var.
    
   

      

       Biz yetişkinlerin oyun alanları yerine, tabi ki kızımızla birlikte olabileceğimiz çocuk oyun alanlarını tercih ettik. Çocuk oyun alanı dediysem deburada büyükler de gayet güzel ve keyifli vakit geçirebilirler. Nitekim biz de öyle yaptık. Gittiğimiz parkta bizden başka kimse olmadığı için aman başkaları bizi görürse ne der kaygısı taşımadan bütün oyuncaklara bindik.

Teleferik ile aşağı inerken gördük yeşilin ortasındaki bu oyun parkını  ve hemen inmeye karar verdik. İyi ki inmişiz, çünkü uzun zamandır hiç bu kadar eğlendiğimizi hatırlamıyorum. Çocuklar gibi şendik. Buradaki oyun aletleri ağaç kütüklerinden ve halatlardan yapılmış olup, gayet basit ve doğal görünmelerini sağlamıştı.
     


    Aşağıdaki oyun aleti benim gibi yüksek adrenalinli sporlardan (yamaç paraşütü, bungee-jumping, rafting vs.) korkanlar için, düşük adrenalin yaratan ama bir o kadar da keyif aldıran bir aletti. Şimdi diyeceksiniz ki kıyasladığın şeylere bak, birbirleri ile alakaları yok!”. Alakası olmayabilir ama iki direk arasına gerilen bir ip ve onun arasında bir baştan bir başa kayan bir makaradan oluşan bu alet, kimbilir belki de bir önceki yüzyıldaki en adrenalinli spor aletlerinden biriydi. Benim bu yüzyılda bunu keşfetmiş olmam, İsviçre'ye gitmem ile doğru orantılı. Benim gibi birileri daha gidip görüp beğenmiş olmalı ki, Göztepe Parkı’nın yeni düzenlemesine bunu da koymuşlar. Yalnız hatırlatayım sadece çocuklar binebiliyor, zaten o kalabalıkta buna binmeye kalkarsanız kesin yuhalanırsınız benden söylemesi.


    Aşağıda gördüğünüz bildiğimiz tahterevalli. Üstündeki ise yine bildiğiniz içindeki çocuk ruhunu serbest bırakmış, “keyif insanı bendeniz.


   Parkın halatlara tırmanıp, tünellerden geçerek bedensel aktivitelerin yoğun olduğu oyun gruplarını baba kıza bıraktım.  Bense hamakta sallanarak keyif çatmayı  tercih ettim.



    Aşağıda görmüş olduğunuz park da Rıgı Dağı’ndan aşağıya inerken yine teleferiğin yakınındaki ormanın içine konumlanmış bir park. Burada da ana konsept kaydıraklardan oluşuyordu. Uzun kaydırak, kısa kaydırak, geniş kaydırak vs. Yine her birini denemekten kendimizi alamadık. 






Lozanda gittiğimiz parkta ise sadece kocaman ahşaptan oldukça modern çalışılmış bir gemi vardı. Tüm tırmanma, kayma, zıplama, atlama, sallanma olayını bu tek gemi ile çözmüş arkadaşlar.

Luzernde gittiğimiz aşağıdaki parkta ise en ilginç olan şey su oyuncaklarının olmasıydı. Yani bizim buradaki annelerin kesin karşı çıkacağı bir olay, aqua parkların dışında suyun çocuk oyun alanlarının içine yerleştirilmesi. Çünkü bizleri yetiştiren anneler aman çocuklar üstünü ıslatır, aman ıslak kalırlarsa üşütüp hasta olurlar derlerdi.  Bizler polar montlarımızla gezerken, orada gördüğümüz çocuklar yalın ayak ve askılı tişörtler ile ıslanmaktan korkmadan gayet keyifli oyunlar oynuyorlardı. Biz de bir kereden hiçbir şey olmaz nasıl olsa yedek kıyafetleri var diye, bizimkinin özgürce ıslanmasına izin verdik.
   


     Ve gelelim inşaatçı anne baba olarak en çok hoşumuza giden oyun aletine… Fazla söze gerek yok sanırım oyuna kendimizi nasıl kaptırdığımızın kanıtı aşağıda görülmekte.




       Yeni bir ülke görmek, sadece turistik broşürlerde yazılan yerleri gezip görmek değildir. O ülkede yaşayan insanların, çocukların da nasıl yaşadığına tanık olmak, bazen bir müze gezmekten daha anlamlıdır. Çocuklarımızla gezmeye devam ettiğimiz müddetçe, daha nice farklı oyun parkları keşfedeceğimizden emin olabilirsiniz. Çünkü onlarla gezmek demek, oyun parklarını es geçmemek demektir.