16 Mart 2015 Pazartesi

CEHENNEM ATEŞİ

 
 Delinin biri kuyuya bir taş atar kırk akıllı çıkaramaz. O gün bugündür  kuyuya o taşı atan deliyi arıyoruz. Aklımızda, yüreğimizde, vicdanımızda.
      O temmuz sabahının diğer sabahlardan bir farkı yoktu benim için. Sabah ezanı ile uyanıp , caminin yolunu tutmuştum. Cami, oturduğumuz sokağın köşesindeydi.  Babam her zaman  “cemaatle kılınan namazlar, tek başına kılınan namazlardan daha sevaptır” derdi. İyi bir evlat, iyi bir insan, iyi bir  mümin olabilmek için babamın sözünü hep dinledim. Yaradan için ibadete her çağrıldığımda üşenmedim, sevaplarımı katladım.
     Eve dönüp kahvaltı yapmak yerine fırından iki poğaça aldım. Yetiştirmem gereken siparişler vardı. Dükkan camiden iki sokak aşağıdaydı. Bakkalın önünden geçerken yere bırakılan Hakikat Gazetesinin sür manşetine gözüm takıldı “ Müslüman Mahallesinde Salyangoz sattılar.” Önceki gün Pir Sultan Abdal şenlikleri için şehre gelen yazarlardan birinden bahsediyordu. “Tövbe tövbe ne cesaret varmış be adamda. Şeytanın ayeti mi olurmuş.”
    Sabahları serin olur bizim buralar. Sessizdir de. Camiden çıkan cemaat vakit kaybetmeksizin ekmek kavgasına tutuşur. Açılan kepenklerin  gıcırtısı, yırtar sessizliği. Dükkanların  önleri süpürülür. Tahta sandalyeler kapı önüne çıkarılır. Kahvenin çırağı çoktan demlemiştir çayı. Yüzünde gülümsemesi eksik olmaz tavşan kanlarını dağıtırken. Kimse kimsenin tavuğuna kışt demez.
   O temmuz sabahının diğer sabahlardan bir farkı yoktu benim için. Saatler sonra bu göğün altında yaşanacaklardan hiç kimsenin haberi yoktu. Sıradan bir güne uyandığımızı sandık. Issızlığın ortasında çıkacak feryat figandan , gökyüzünü aydınlatacak cehennem ateşinden, göz gözü görmeyecek dumandan nasıl haberimiz olabilirdi?
    Sokakta her zamankinin aksine tuhaf bir hareketlilik vardı. Şenlik kapsamında bir takım etkinliklerin yapıldığı medrese, iki dükkan ötemdeydi. Bir tarafta saz çalıp türkü söyleyenler, diğer tarafta kitap imzalayanlar. Kapının önüne çıkmıştım ki ,kulağıma gelen o sazın  sesi ile iç geçirdim.  “Sivas ellerinde sazım çalınır. Çamlıbeller bölük bölük bölünür. Yardan ayrılmışam bağrım delinir. Katip arzuhalim yaz yâre böyle.” Küçüktüm . Kapı komşumuz Ali Haydar amca, uzun kış gecelerinde toplardı konu komşuyu eve. Duvarda asılı duran sazını alıp o yanık sesi ile başlardı bu türküyü söylemeye. O söylerdi ben ağlardım. Çocukluk işte , o yaşta insanın ne derdi olur? Dokunurdu sesi yüreğime. Toprağın bol olsun Ali Haydar amca…
  O sırada Ahmet elinde gazete  koşarak yanıma geldi.
-Abi okudun mu yazanları?
-Neyi oğlum?
-Şu şenlik için gelen kafirler ile ilgili yazanları.
-Ne kafirinden bahsediyorsun, alevi onlar Pir Sultan Abdal şenlikleri için buradalar.
-Yok abi içlerinde biri var şeytan Aziz diyorlar ona, ateistmiş . Ateist demek kafir demek değil mi ? Müslümanlara dil uzatmış.
-Tövbe tövbe. Oğlum sana ne elin adamının kafirliğinden. Yürü git işine.
-Öyle deme abi ya , bak buradaki bildiride ne diyor “ Gün Müslümanlığın gereğini yerine getirme günüdür. İslam peygamberini ve kitabının izzetini korumak için bu uğurda verecek canlarımız vardır.”
-İyi, git ver bir can da gel o zaman.
     Geldiği gibi fırladı gitti Ahmet. Sela okunmaya başladı. Dükkanın önüne sandalyeyi koyup Cuma namazı için camiye gittim. Her zamankinden farklı bir kalabalık vardı. Mahalle sakinlerinin dışında tuhaf kılıklı adamlar. Bir fısıltı ,  bir huzursuzluk . Birkaç saat sonra olacaklara gebe kalmıştı gün, o cami avlusunda.
    Namaz sonrası fısıltı uğultuya dönüştü. Cemaat hükümet konağına doğru yürüyüşe başladı. Ne olduğunu anlamadan kendimi aralarında buldum. Diğer camilerden çıkanlar ile birlikte kalabalık iyice arttı. Hızlı adımlarla hem yürüyor, hem de ağızlarından salyalar akıtarak bağırıyorlardı. “ Vali istifa! Vali istifa !” Kentte bu şenliklerin yapılmasına izin veren valiye hesap soracaklardı. Bedeli  mutlaka ödenmeliydi. Gözlerinden ateşler fışkırıyordu. O ateşler akşam saatlerinde patlayacak bombanın fitilini tutuşturacaktı. Kimsenin bundan haberi yoktu. “Kahrolsun Laiklik! Kahrolsun Laiklik !” Laiklik olmasa bu kafirler  ellerini kollarını sallayarak dinimize dil uzatamazlardı. O zaman Laikliğinde allah belasını  versindi.
   Öfke, tarifi olmayan dipsiz bir kuyu. İnsanın kendine bile açıklayamadığı karmaşa. Ayağının dibinde biten bir sarmaşık gibi  kontrolsüz bir şekilde büyür , sarar  tüm benliğini. Nefesin kesilir , gözün kararır. Karşındaki baban olsa, evladın olsa tanımazsın. Hafızan o anları hiçbir zaman kayıt etmez. Sonrasında ardına sığınacağın bahanelerin hep hazırdır. “ namusuma dil uzattı, dinime peygamberime laf etti, gözüm döndü.”  

  O temmuz sabahının diğer sabahlardan bir farkı vardı benim için. Her zaman cemaat ile katladığım sevaplarıma, bu kez  cemaat ile birlikte günahlarımı da ekledim. Özrü yok tüm bu olanların. Arkasına saklanacağım bir bahanesi de. Özünde hoşgörü olan bir dinin, nasıl olup da bir cehennem ateşi yakabildiğini , o cehennem ateşinde diri diri canlar alabildiğini hiçbir zaman anlayamadım. O günden sonra uykularım hep eksik kaldı. Onlar bir kere yanıp kül oldular , bense her gece rüyalarımda kül olamadan tekrar tekrar yanıyorum. 

1 yorum:

ışınonur dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.