29 Aralık 2014 Pazartesi

MERAK İŞTE

       
    Taş duvarın üzerinde kuyruğunu dikmiş ormanlar kralı  aslan misali salına salına  yürüyordu. Biri ona uzaktan akraba olduklarını söylemiş olmalıydı. Yoksa nereden gelecek bu özgüven ? Sapsarı tüyleri ayışığında parlıyordu. Belli ki yeni taranmış. Ne işin var bu saatte, bu pis kokulu sokakta? Merak işte. Evde canı sıkılmış, kendine macera arıyordu.
    Birden durdu, kedi haline dönüp kulaklarını dikti. Onu olduğu yere mıhlayan devrilen bir çöp tenekesinin sesiydi. Sesin geldiği yere doğru hızlı bir hamle yaptı.  Çöp tenekesi etrafında üç köpeğin birbirlerine hırladıklarını gördü. İçlerinden en irisi bir çift bal rengi göz tarafından izlendiklerini hissetti ve hırlamayı kesip kafasını o yöne doğru çevirdi. Göz göze geldikleri o an kedi parlak tüylerini kabarttı, sırtını kamburlaştırdı. Yine aslan moduna dönmüştü.  Köpekler  kendilerine yapılan bu meydan okuma karşısında birbirleri ile dalaşmayı kesip, ortak düşmanlarına doğru koşmaya başladılar. Duvarın üzerinden yere atlayan kedi önde, ağızlarından salyalar akan sokak köpekleri arkada  mahalleyi bir baştan bir başa koştular. Ta ki çıkmaz bir sokağa gelip de nefesleri tükenene  kadar. Kediyi köşeye sıkıştırdılar. Şimdi sıra ilk vuruşu kimin yapacağına karar vermekteydi. Beyaz üzerine siyah benekli cılız olan kısa çöpü çekti ve kedinin üzerine atladı.  Tiz bir viyaklama sesi ile tırnaklarını çıkaran ‘aslan kedi’ siyah beneklinin yanağına ilk imzasını attı. Artık siyah beyaz benekli ve kırmızı çizgiliydi. Diğer ikisi bu beklenmedik saldırı karşısında öfke ile aynı anda harekete geçtiler. Geceyi inleten –havlama ve miyavlama denilemeyecek – hırlamalar eşliğinde kediyi aralarında top gibi yuvarlıyorlardı. Kesik kuyruklu olan dişlerini kedinin ensesine geçirdi ve sağa sola sallamaya başladı.  
   Önünde kavgaya tutuştukları apartmanın ışığı yandı. Kapıdan cüssesi sağlam bir adam  elinde kalın bir sopa ile sokağa fırladı. Sopayı sokak lambasının direklerine vurarak köpekleri oradan uzaklaştırdı. Kaldırımın kenarına fırlattıkları kedi güçlükle nefes alıyordu.  Tüm ensesi ve bal rengi gözü kan içindeydi. Parlak tüyleri kan, toprak, ve salya ile birbirine karışmıştı. Ne olurdu otursaydı evinde sobanın önünde .  Ne yaparsın. Merak işte . 

22 Aralık 2014 Pazartesi

İÇİM GÜZEL BENİM

   
Gözüm tavandaki   örümceğe takılı kaldı. Ağına düşürmüş küçük bir sineği bacakları  ile çevirerek top haline getiriyor. Kendi ağına hapsetti. Acıktıkça parça parça yiyecek onu. Önce çırpındı zavallı sinek kurtulacağını umarak, sonra pes etti. Kader diye geçirdi mi acaba aklından? Kafamın içinde de aynısından var sanki. Önce bir ağ ördü. Tüm beyin kıvrımlarımı eline  geçirdi.  O da tıpkı tavandaki gibi ayakları ile beynimi toparlıyor. Küçük yapışkan bir top haline getirdi. Vıcık vıcık. Kuru değil midir bu ağ? Peki bu yapışkan ıslaklık da ne o zaman. Bu sümüklü böcek de nereden girdi nereden girdi kıvrımlarımın arasına ? Aynı anda iki davetsiz misafir. Örümcekten rol çalmaya gelmiş.  Paylaşamıyorlar beni. Anladım, örümceğin işi bu. Dikkatimi dağıtmak için soktu onu oyuna. Yemem ben.
   Demir parmaklıklı küçük pencereden gün ışığı sızıyor içeriye. Toz zerrecikleri havalanıyor yerden. Rutubet kokusu ciğerlerime öyle bir işlemiş ki çiçek kokusu gibi geliyor. Unuttum farkını. Saksıda ki çiçek ise yaşamak ve ölmek arasında kararsız.  Boynu bir bükük, bir kalkık mor menekşe. Üç adımda bitiyor  tüm oda. Git-gel-git-gel başım dönüyor. Vazgeçtim yürümekten. Masanın üzerinde kalemlerim var. Bir kurşun, bir dolma, bir tükenmez. Hepsi kırmızı. Severim kırmızıyı. Kan kırmızısı. Kitaplarım üst üste. Kağıtlarım dağınık. Ne olursu bir ses duyabilseydim. Çocuk sesi, keman sesi, düdüklü tencere sesi.  Oysa duyduğum tek ses  şu lanet musluktan akan su damlası sesi. Demir yatağın bir ayağı hala kısa. Altına sıkıştırdığım gazete kağıdı ıslanmış olmalı. Yoksa durduk yere kısalacak hali yok. Su sızmış klozetten. Kokudan belli. Çarşafım yine toplanmış yatağın köşesinde. Allah’ın cezası yataktan küçük küçük olunca her sabah leş kokulu siyah şiltenin üstünde uyanıyorum. Kendisi siyah değil aslında. Zamanla üzerinde biriken bilimum kan, ter, sidik sıvıları onu dönüştürmüş. Farkında değil. O yüzden her sabah daha bir kirli uyanıyorum yeni güne. Olsun ne fark eder. İçim temiz benim.
    Yine korkmaya başladım. Titriyorum. Dikenler batıyor etlerime. Delik deşik olacağım. Kevgir gibi. Süzülecek sular içimden. Dikensiz gül olmaz. Kan ve Gül. Gül ve Diken. Radyoda çalan şarkı bu. Aşkım ve sen. Dans ediyoruz babamla. Kırmızı ayakkabılarım duruyor mu acaba hala? Ellerimi uzattım, tutan yok. Şefkat arıyorum. Dikenli teller takılıyor boğazlı kazağıma. Tel dikenlidir. Dikensiz olmaz. Olsa da işe yaramaz. Tıpkı gül ve diken gibi. Tel ve diken. Küçülmüştür kırmızı ayakkabılar. Olsun süs yaparım ondan. Vitrin süsü. İlk iş bir vitrin almak lazım.  Dur vurma bak etlerim kızardı. Kanıyorum. Tüylerim diken diken. Gül ve diken. Tel ve diken. Diken dikene.
    Pencerenin olduğu duvarda altı  dikey bir yatay olmak üzere yedi çizgili kümelere var. Odanın bir önceki sahibinin takvimi yokmuş. Ben şanslıyım. Yatağın olduğu duvarda kocaman takvimli bir poster asılı. Mevsimlere göre dörde bölünmüş. Her birinde manasız birer resim. Kan kırmızı gonca bir gül, üstüne bir güvercin konmak üzere olan bir güvercin, kırmızı ayakkabılı küçük bir kız, kalın boğazlı kazaklı büyük bir kız.  Kış kış olalı eminim kırmızı bir gül ile anılmamıştır. Resimleri seçenin kafası güzel bir anına denk geldi herhalde. Ah bir şişe köpek öldüren olsaydı da ben de güzelleşseydim. Kırmızı beyaz fark etmez o kadar çirkinim ki. Uzun zamandır lavabonun üzerinde asılı kendini ayna zanneden o dikdörtgene bakamıyorum.
    Oysa bir zamanlar ne çok severdim aynalara bakmayı. Anneannemin odasındaki şifonyerin önüne geçer elimde saç fırçası ile sahne alırdım. Yatağın üzerine dizdiğim bebeklerim seyircilerim olur, her şarkı bitişinde beni alkışladıklarını hayal ederdim. İşte öyle bir günde her zaman kilitli duran çekmecenin içindeki kabartmalı gümüş kapaklı çanta aynasını. O gün nedense unutmuştu anneannem kilitlemeyi çekmeceyi. Belki de bilinçli yapmıştı. Benim o aynayı bulup o soruları sormamı istiyordu. Kapağın bir tarafında ayna varken diğer tarafında donuk bakışlı bir kadın fotoğrafı vardı.
-Anneanne kim bu kadın ?
- Annen.
- Benim bir annem mi var ?
- Herkesin bir annesi vardır.
-Var da neden burada yok?
-Uzaklarda da ondan, çok uzaklarda.
-Otobüse binip gelsin.
-……….
Sessizlik…..

Ah güzelim ah… Sen uyumaya devam et. Adın uyuyan güzel olsun. Senelerce ayakta uyudun. Uyuttular seni. Kandırdılar. Sen kırımızı ayakkabıların ile oyalanırken, baban koruduğunu sandı seni. Ülkedeki tüm iğneleri toprağa gömerken, zararsız bir tohumdan çıkan tehlikeyi fark etmedi. Bahçedeki gülün dikeni battı eline. Cadılar da kurtaramaz artık seni. Kırmızı kanın aktı kırmızı gülün üzerine bir kere. Yere düşüp gerçek uykuya dalman gerekirken birden aydınlandı gözlerin. Prensi beklemene gerek yok. O başka kızı öptü, uyandırdı. Sen artık uyumuyorsun ki. Öpülmene de gerek yok. Adın değişsin . Uyanan güzel olsun senin.

Şiltenin altında sakladığım küçük bohçayı açtım. Artık iyice kararmış olan gümüş aynada kendime baktım. Güzelim ben. Artık uyumuyorum. İçim güzel benim. 

17 Aralık 2014 Çarşamba

BİR SONBAHAR HİKAYESİ

   Önce adımları yavaşladı, sonra koca çınarın önünde durdu. Derin bir nefes  ile memleket havasını  ciğerlerine çekti. Üstünde onlarca farklı ismin kazılı olduğu banka oturdu. Gözünün ucu ile kendi isminin  olduğu yere baktı.
 Her şey sanki dün yaşanmış gibi gözünün önüne geldi. İsimlerini oraya kazıdıkları gün karar vermişlerdi gitmeye. Ana rahmine düştükleri bu kasabayı arkalarında bırakıp , geçmişi unutmaya. Çok kolay olmuştu. Bir mektup, bir bavul , bir de tek yön otobüs bileti.
   Tam on koca sene geçti  üzerinden.  Şimdi hangi yüzle dönüş biletini alıp gelmişti ki. Kime neyi izah edecekti, etse bile ne değişecekti.  Kendi  vicdanını rahatlatmaktan başka, kime bir faydası vardı.
   Başını ellerinin arasına alıp dirseklerini dizlerine yasladı. Gözleri şimdi yerde duran kurumuş çınar yapraklarındaydı.  Birazdan oturduğu bu banktan kalkacak ve yıllar önce ardına bakmadan çekip gittiği evin kapısını yeniden çalacak. Kapı tarifsiz bir gıcırtı ile açılacak, donuk yüzlü bir adam onu karşılayacak. İçeri buyur etmeyecek, ama kapıyı aralık bırakması isteksiz bir daveti işaret edecek. Kaygı, korku, özlem , pişmanlık, heyecan tüm bu karmaşık duygular eşliğinde cesaretini toplayıp eşikten ilk adımını atacak.
  Adam avludaki sedire oturup masanın üstündeki tütünü saracak. Elleri titrediğinden tütünün yarısı masaya dökülecek. Kadın karşısındaki sandalyeye oturup ‘ ben geldim baba ‘ diyecek.  Adam gözlerini masadaki tütünden kaldırmadan,  cebindeki çakmağını çıkarıp eksik tütünlü cigarasını yakacak. Derin bir nefes çekip gökyüzüne üfleyecek. ‘ Çok sevdim baba, o kadar çok sevdim ki gözüm hiçbir şey görmedi. Bugün olsa yine aynı şeyi yaparım. Pişman değilim.
    Adam kalın kaşlarını kaldırıp, dudaklarını bükerek ‘ benden  aferin mi bekliyorsun? ‘ diye soracak , cevabını beklemeden ‘ AFFETMİYORUM ‘ diye kükreyecek.
    O son kelime içini ürpertti.  Eline aldığı kuru yaprağı un ufak etti. Böyle derse ne yapacaktı? Dizlerine kapanıp yalvaracak mıydı? Pişman değilim diyen biri niye af dilesin ki? Ben yanlış bir şey yapmadım.  Doğru bildiğimi sandım. O an için doğruydu. Sevmek suç değil ki ? Ben cezamı  bu toprak kokusunu  senelerce özleyerek çektim.  Affetsin istemiyorum ki.  Sadece bilsin istedim.  Omuzumda taşıdığım bu ağırlıktan kurtulmak istedim. Bencillik benimkisi . İç sıkıntısı. Yürek burukluğu.

   Usulca kalktı banktan. Yaprakların hışırtısı eşliğinde yürüdü ardına bakmadan. Tıpkı on yıl önceki gibi ama iki  farkla . Elinde bavul var , mektup yok, bilet yok ….

10 Aralık 2014 Çarşamba

ADAMLAR

YAKIŞIKLI ADAM
‘Her genç kızın rüyası Zetina Dikiş Makinası !’
Bu sloganı bulan kesin hayatında bir kere bile rüya görmüş biri değildir. Her genç kız birer terzi çırağı mıdır ki rüyasında dikiş makinası görsün. Misal ben. Ömrü hayatımda bir kere bile görmedim. Niye göreyim canım? Görecek onca güzel adam varken ne işi var iğnenin ipliğin rüyamda.
Yatmadan önce yatağın içine oturur önce yüz hatlarını çizerim. Saçı ne renk olursa olsun uzun boylu isterim ki yanında topuklu giymem sorun olmasın. Düz ayakkabı sevmem ben. Güzel adamların yanındaki kadınlar hep topuklu ayakkabı giyer. Bu onlara kırmızı halıda yürüyormuş hissi verir. Bakışları erosun okları gibidir. Can yakarlar. Olsun acıyı severim ben. Listemi yaptıktan sonra bildiğim tüm duaları okur ışığı söndürürüm. Bilirim her gece mutlaka biri gelir yanıma. Çünkü böyle bir adamı ancak rüyamda görürüm ben.
KOMİK ADAM
Sana baktığım an ister istemez bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. İçim aydınlanıyor. Kadınlar kendilerini güldüren erkeklere bayılırlarmış. Öyle diyor parlak kağıtlı dergiler. Sana bayılmak istiyorum. Sonrasında beni ayıltmanı istiyorum. Karnıma ağrılar giriyor sana gülerken. Ben güldükçe sen gururlanıyorsun. Gururlandıkça egonu şişiriyorsun. Ama şunu hiç bilmiyorsun ne kahkaha ne ego karın doyurmuyor.
ZEKİ ADAM
Söylediğim her söze verilecek cevabın var. Yanındayken kendimi hep eksik hissediyorum. ‘İki kere iki kaç ‘ diye soracaksın ve ben yine bilemeyeceğim. Sense ‘ olsun canım ben biliyorum önemli değil’ diyeceksin.  Seni kandırmam mümkün değil. Gözümün içine baktığın an yalan söylediğimi anlarsın. Sanki kafanın içinde her bir konunun uzmanı küçük adamlar var ve ben hangisine yetebileceğimi inan bilemiyorum.
SERT ADAM
Bakışların ürkütüyor beni. Başımı omzuna yaslayamıyorum. Yüzündeki keskin hatlar sanki bıçak yarası. Kim canını yaktı senin küçükken? Kimse sevmedi mi yoksa seni? Bu duruşun bir isyanın habercisi ama kime ya da neye?  Anlamak çok zor.  Korkuyorum elini tutarken. Yüreğini sakladığın kabuğu kırıp da ruhuna değememek acıtıyor  bedenimi.  Dudaklarından süzülecek tek bir güzel söz için nelerimi vermezdim. Sevebilseydin keşke beni.
YUMUŞAK ADAM
Her gece sana sarılıp uyumak gibisi var mı ? Kuştüyü yastığım benim. Hiç kızamam sana. Bir tatlı söz ile alırsın gönlümü. Bakışların dokunuşların hep şefkat dolu. Kıskanırlar beni seni sevdiğim için. Ne söylesem itiraz etmez yaparsın. Fırtınada sığındığım limanımsın.
YETENEKLİ ADAM
Doğuştan şanslısın. Nota bilmeden piyano çalıp , kalem tutmadan resim yapmışsın. Tüm dünya sana hayran. Kadınlar etrafında pervane. Senden bir döl aldıklarında Mozart doğuracaklarına inanıyorlar. Halbuki o çocuk sadece ‘ zarrrrttt’ diye bir ses çıkaracak farkında değiller.
SEVGİLİ ADAM
Sevgili Günlük

Bugün 35 yıllık ömrü hayatımda ilk kez bir sevgilim oldu. Ana okulundaki o gözlüklü şişman çocuğu saymazsak tabi.  Sen de Brad Pitt ben diyeyim Johnny Depp. İkisinin burnunu birleştirmişler benim sevgilim tam ortasından düşmüş. Olur olmadık yerlerde bir espiri patlatır Jim Carrey halt etmiş. Liseler arası bilgi yarışmalarında hep birinci olurmuş. Taşı sıksa suyunu çıkartır. Komodinin üzerindeki  pelüş ayıcığım gibi sarıl yat , yumuşacık. Bir bağlama çalar bizim köyün aşıkları ağzı açık bakar. Benim sevgilim sevgili gibi adam. Beklediğime değdi galiba.