Az ve öz kişi olmamız sayesinde Adana Havaalanından kiraladığımız 2 araba ile yola koyulduk. Önce Seyhan nehri kenarında güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı güzeldi de sabahın bu kör vakti hiç müşterisi olmamasına rağmen, gezme aşkı ile yanıp tutuşan bu aceleci gruba oldukça yavaş servis yapan garsonlara gıcık olduk. Sonradan düşününce aslında onlar gayet normal bir servis yapmışlardı anormal olan İstanbul’un telaşını , aceleciliğini alıp buraya getiren bizlerdik.
İlk durağımız İskenderun un Payas ilçesi oldu. Akdenizin kıyısında kalan bu küçük kasabada tarihi kale, medrese, hamam , ve camisini gezerek gezimizin tarih bölümünü tamamlamış olduk. Tarih bilgim ve ilgim oldukça zayıf olduğu için burada gördüklerim hakkında öğrendiklerimi arabaya biner binmez unutuverdiğim için burada detaylardan bahsedemeyeceğim.
Güneşli ve temiz havayı bol bol içimize çektip , tarihi kalıntlar arasında poz verip çeşitli canon ve nikon deklanşörlerine bastıkdan sonra esas hedefimiz olan Antakya’ya doğru ilerlemeye başladık.
Açlığımız bizi gezimizin ana amacı olan yemek yenilecek bir yere doğru götürdü. Asi nehri yanında Sultan Sofrası yaptığımız araştırmalar sonucunda uğranması gereken önemli bir duraktı. Ancak öğlen yemek yeme olayını hiç düşünmediğimizden yer ayırtmak aklımıza bile gelmemişti. Nitekim Antakya’nın enfes mezelerini tadacağımız bu mekanda yer bulamadık. Elimize aldığımız oruklarla ( bir çeşit içli köfte) nefsimizi körelttik. Ama ne yalan söyleyeyim aklımız diğer mezelerde kaldı.
Her eski şehirde olduğu gibi buranın da bir kapalı çarşısı vardı. Uzun Çarşı denilen buradaki dükkanlar aradında gezinirken küçük kasaplarda hazırlanıp, ekmek fırınlarında pişen ve kasap önündeki küçük masa sandalyelerde yenen tepsi kebaplarını gördük. Ekibin iki erkeği Hüseyin ve Orhun ağızlarının suyu aka aka bu kebapları yemek istediler ancak biz geri kalan yedi bayan bunu yemek konusunda pek niyetli olmadığımız için hayal kırıklığı içinde peşimizden geldiler. Biz kendimizi akşam yiyeceğimiz enfes mezelere hazırlıyorduk karnımızı löp etle falan dolduramayız dedik ve kendimizi yine meşhur bir döner kebapçısında buluverdik.
Sokaklarda dolaşırken yorgunluğumuzu atmak için tarihi Affan Kahvesinde mola verdik. Burada yine yöreye has Haytalı denilen nisasta ve gülsuyu ile yapılan bir yaz tatlısı denedik. Ne yalan söyleyeyim pek benim damak zevkime göre bir tatlı değildi Haytalı. Ama keyifle yiyen arkadaşlar da yok değildi.
Eski Antakya nın dar sokaklarında dolaşırken enfes fotoğraf kareleri yakaladık.
Akşam için Yol Üstü Lezzet duraklarında önerilen Leban da yer ayırtmıştık. Burası eski bir Antakaya evinin restauranta dönüştürlümüş haliydi. Çıktığınız merdivenler sizi farklı farklı solonlardan geçirip terasa ulaştırıyordu. Salonlar arasında bir irtibat yoktu öyleki o akşam salonun birinde sazlı sözlü bir düğün yemeği varken biz terasda ayrı bir telden çalarak nefis Antakya mezelerinin tadına varıyorduk. Humus , kaytaz böreği, kekik salatası (zahter ) en bayılarak yediğimiz mezelerdi. Ancak bahsedildiği kadar keyif alamadık bir bu mekandan. Uzun uzun oturup sohbet etmek isterdik ama olmadı. Mekan bizi ısıtmadı. Belki de çok yüksek bir beklenti ile gittiğimizden olacak yemekden sonra hemen kalktık.
Ertesi sabah erkenden Harbiye Şelalelerine gittik. Şelale diyince benim gözümde canlanan Düden-Kurşunlu ( Antalya ) , Girlevik (Erzincan ) Şelalelerinde olduğu gibi yüksek bir yerden gürül gürül akan su bekliyordum ki yine bir hayal kırklığı yaşadım.Kısa mesafelerden farklı farklı yerlerde parça paça akan sular gördük.Bu su kenarlarını parsellemiş et mangal lokantaları ile burası bir su kenarı mesire yerinden öte yana geçemedi benim için.
Notlarımız arasında Türkiyenin tek Ermeni köyü olarak geçen Vakıflı köyüne doğru gitmek için tekrar araçlarımıza bindik. Burası organik tarımla özellikle narenciye ürünleri üreten küçük bir köy. Köyde yaşlı bir teyzenin bahçesine konuk olduk. Portakal ağaçları arasında soluklandık.
Burada kilise bahçesinde gelen turistlere satılan içli köftenin tadına baktık, ardından bu köyün az ilerisinde başka bir köyde biber salçası ile yapılan katıklı ekmeğin tadına da baktık. Aslında hedefimiz Çevlik Plajında balık yemekdi ama yolda önümüze gelen her şeyin tadına bakacağız diye midemizde balığa yer bırakmadık.
Köyden ayrılıp deniz ve doğa manzaraları ile birlikte Çevlik plajına doğru yol aldık. Burada Tıtus tunellerine doğru uzun bir yürüyüş yapıp Beşikli Mağaraya vardık.Bu tüneller M.Ö300 yılında tamamen insan emeği ile şehri ve limanı sellerden korumak amacı ile yapılmış. Kucağımızda Beren ile taşlı ve dar yollardan ilerlemek epey yorucu olsa da ekibin kalabalık olması avantajını nöbetleşe taşıma yönemi ile yaşayarak kaya mezarlarının olduğu yere varabildik.
Antakya ya döndükten sonra önce uzun çarşıda tel kadayıfın nasıl yapıldığını görüp öğrenip ondan sonra bir künefecide buraya gelişimizin ana amacına erişmenin mutluluğunu tattık. Künefe ustasına bu işin sırrı ne diye sorduğumuzda aldığımız cevap peynirden çalmayacaksın oldu.
Bu sefer akşam yemeği için Sveyka Restaurantta yer ayırtmıştık. Fasıl eşliğinde oldukça güzel bir mekanda yine yedik yine yedik. Fasıla eşlik ettik. Yediğimiz mezelerin , tepsi kebabının tadları damağımızı çatlattı.
Gezimizin son gününü mozaik müzesine ayırdık. Müzeyi gezerken gördüğümüz her eseri acaba bunu kimler hangi sabırla yapmıştır diye aklımızdan geçirmeden edemedik. Antakya dan ayrılırken hepimizin aklında buraya belediye reisi ya da vali olmak vardı. Neden diyecekseniz o kadar çok tarih, kültür , yemek her şey vardı ki bu memlekette tüm dünyaya pazarlanabilecek , bu şehri kalkındırabilecek , ama gördük ki hiç biri yeterince yapılmamış. Bu duruma üzüldük.
Adana ya dönüş yolunda buraya kadar gelmişken İskenderun’u da bir görelim diyip şehre arabayla turlayıp çıktık. Klasik tabela fotoğrafımızı da çekmeyi ihmal etmedik.
Ve tabi Adana ya kadar gelmişken adana kebap yemeden dönersek ayıp olur düşncesiyle kendimizi bir kebapçı da buluverdik. Önümüze gelen metrelik kebabı yerken gerçekten böyle bir lezzeti İstanbul’da hiç tatmadığımız konusunda hemfikirdik.
İtiraf etmeliyim bu gezi sonunda bir hafta mide yanması yaşadım. Yediğim acilar, baharatlar, reflümü azdırmayı başarmıştı. Ama herşeye rağmen gezimiz amacına ulaşıp hepimizin anılarında çok güzel anlar olarak yerini aldı.