Bugünlerde her yerde kötü haberler ile karşılaşmanız mümkün Tunus ile ilgili. Benim içinse hayatımda ilkleri temsil ediyor Tunus. İlk kez uçağa bindiğim, ilk kez yurt dışına seyahat ettiğim , ilk kez annem ve babam olmadan tatile gittiğim , hayat arkadaşımın en iyi tatil arkadaşım da olacağını öğrendiğim , yeni hayatımın başlangıç noktası olan , balayı için seçmiş olduğum ülke Tunus. Sırf bu yüzden bir nevi gönül bağım var bu kuzey afrika ülkesiyle ve bir parça da olsa 2004 yılında yaptığım bu seyahattan bu yana aklımda kalan bir kaç güzelliklerinden bahsetmek istedim burada.
Havaalanından Jasmin Hammamet e doğru giderken yol kenarında gördüğümüz gecekondular, eski binalar ne kadar da bizim ülkekemize benzer bir yer olduğu hissettirmişti bana. 80’lerin Türkiyesindeydik sanki. Gelişmekte olan ülke turizmi bu konuda önemli bir basamak olarak değerlendirendirdiğini düşündürdü bize. Bu tezimizi doğrularcasına Jasmin Hammamete vardığımızda tatil köyleri ,lüks oteller, geniş caddeler , geniş kumsallar karşıladı bizi . Burası turizm için planlı bir şekilde oluşturulmuş bir yerdi. Ve gayet de başarılıydı.
Ekim ayında olmamıza rağmen deniz , kum ve güneş bize oldukça cömert davrandı. Zaten bu mevsimde denize girme arzusu Tunus'u tercih etmemizdeki ilk nedendi. Buraya kendimi yakın hissetmemin bir nedeni de uzun kumsalları ve Akdenizin sıcaklığı ile bana Antalya’yı anımsatmış olması olabilirdi.
Başkent Tunus un ana caddesindeki binalarin mimarisi uzun süre Fransız sömürgesi olmanın izlerini taşıyor. Sadece binalar değil insanları da hala Fransa'nın etkisinde ki Arapçanın yanında Fransızcayı da ana dileri gibi konuşuyorlar.Bunda Fransanın burayı ucuz tatil beldesi olarak hala kullanmasının da büyük payı var.
Medina(eski tunus) daki çarşılar bizim kapalı çarşıların kopyası sanki. Dükkanların önünde sizi içeri alışverişe davet eden ısrarcı satıcılar gülümseyerek bekliyor. Hediyelik eşya dükkanlarında satılan ürünlere bakınca bir çogunu İstanbulda da bulabilceğinizi hemen anlıyorsunuz. Bu da demek oluyor ki hediyelik eşya piyasasını elinde tutan Çin burada da hakimiyetini hissettiriyor.
Kentin en önemli ziyaret yerlerinden biri olan Bardo müzesi dünyanın en büyük mozaik müzesi olarak değerlendiriliyor.Müze de mozaiklerin dışında da bir çok eser bulunuyor. Müze olarak kullanılan bina aslında bir saray , 19. yy da müzeye dönüştürülüyor.
Müzedeki mozikler çeşitli antik kentlerde ki evlerden çıkarılıp özenle birleştirilip gerek yerde gerekse duvarda sergilenirken bize Tunus Romasının servetine şahitlik etme imkanı sunuyor. Moziklerde anlatılan tanrılar tanrıçalar, günlük yaşam, avlanma , ekin hasatları , savaşlar insanda o döneme karşı bir hayranlık uyandırıyor. Öyle ki o küçük taşları bir iğne oyası işler gibi sıralayan insanların nasıl sanatkar olduklarını hayal etmek bile insanı heyecanlandırıyor.
Yine başkentin içinde Roma dan kalma antik bir kent görmek mümkün . Her ne kadar burayı gördüğümde verdiğim ‘ aaa bunlardan Türkiye de çok var ‘ cümlesi üzerime antik kalıntıları ve tarihi sevmeyen bir kişi olarak yapışsa da yine de ben yolunuz düşerse görmenizi tavsiye ederim.
Sidi Bou Said Bodrumu andıran beyaz evleri ve mavi kapı penceleri ile çok şirin bir turistik kent. İspanyadan göç eden yahudilerin kurduğu bu kentin özelliği kapıların üzerindeki desenler , tokmaklar ve rengarenk çiçekler . Tepelere doğru çıkınca karşılaşılan deniz manzarası ise görülmeye değer.
Yemek konusunda enteresan bir şeyle karşılatığımızı hatırlamıyorum ama zeytin üreticiliğinde dünyada ilk on sırada olmasına rağmen aynı İtalyada olduğu gibi sabah kahvaltıda zeytin bulmak pek mümkün olmadı.
Ülkede yaşanan olaylardan ne kadar zaman sonra turizm tekrar atağa geçer bilmem ama denizi, kumsalı ,tarihi her ne kadar biz gidip görmesek de çölü ile görülmeye değer bir ülke Tunus.