10 Kasım 2012 Cumartesi

DÖRT MEVSİM TURİZM CENNETİ :İSVİÇRE


Bu  gezi   rotamız  tamamen tesadüfler eseri oluşmuştur.

Gideceğimiz yere bu sefer biz değil de banka kartmız  karar verdi ve kendimizi İsviçre yollarında bulduk. İsviçre hakkında bildiğimiz çok fazla bir şey olmamakla beraber , neden hiç bir gazete tatil sayfasında , ya da bir tatil sitesinde İsviçre'nin herhangi bir kentine tur olmadığını bizzat yaşayarak gördük ve öğrendik. Çünkü İsviçre biz Türkler için oldukça pahalı bir memleketmiş. Bunun ispatı olarak da orada kaldığımız beş gün boyunca bizim gibi gezen tek bir Türk'e rastlamamış olmamızı gösterebilirim. İsviçre de gezen millet uzak doğunun çekik gözlü insanları sadece....
İsviçre dağlık bir bölgede , denize kıyısı olmayan dört koca ülke arasına sıkışmış   olmamasına rağmen , kendine dört mevsim yaşanacak  çok güzel bir turizm oluşturarak bence harikalar yaratmış. Dağların arasındaki gölleri kendilerine deniz yapmışlar , yelkenliler , vapurlar, martılar fazlası var eksiği yok. 
Konaklamak için Luzern 'i seçip trenleri kullanarak Zurich, Lozan, Bern şehirleri arasında günübirlik turlamayı tercih ettik. Ülke o kadar küçük ki , bir ucundan  diğer ucuna  dört saatte varabiliyorsunuz. Bu da bize aynı güne birden fazla şehir sığdırma imkanı sağladı. Swıss pass denilen toplu taşıma bileti ile  4 günlük tüm tren,otobüs, vapur vs taşıma araçlarını kullanabilme imkanı ile dolandık durduk diyebilirim. 

Ülkenin pahalı olduğu bir gerçek. Her bir öğün yemek için ortalama 80-100 TL arası para harcıyorsunuz. Bu menünün içinde ne var derseniz  1 napoliten makarna, 1 margarita pizza ,  1 adet kola ve su. Kaldığımız otelde kahvaltı olmadığını bildiğim için en azından kahvaltıdan ekonomi yapalım diye yanımıza  evde yapmış olduğum patatesli börekleri aldığım için  hiç pişman olmadığımı itiraf edeyim . Bizi 2 gün idare etti sevgili ev yapımı böreklerim.
Luzern etrafında dağlar yükselen ortasında , gölü olan , yeşil ve maviyi bir arada göreceğiniz , arnavut kaldırımlı sokakları , duvarları resimlerle süslenmiş eski binaları , sokaklar arasına sıkışmış küçük meydanları, ve neredeyse her meydanda yer alan küçük ama bir o kadar da görkemli havuzları ile güzel ve huzurlu bir şehir. 

Zaten her zaman söylerim eğer bir şehirde su varsa nehir, göl deniz fark etmez  o şehrin güzel olmaması için hiç bir neden yoktur. 
Şehri gezmeniz bir gününüzü ya alır ya da almaz . Ama Luzern'e gidip de esas görmeniz gereken iki yer var biri RIGI diğeri PILATUS dağları ... Her ikisi de birer gününüzü alır ama inanın her şeye değer. Bu iki dağı bir sonraki yazımda detaylı anlatmayı planlıyorum. 


Booking.com dan bulduğumuz Etapotel  Avrupada bir çok şehirde yer alan bir zincir oteldi. Fiyat olarak diğerlerine göre ve İsviçre koşullarına göre  oldukça ucuz olması bizi başta endişelendirse de görünce neden bu kadar ucuz olduğunu anlamış olduk. Odalar minimum metrekare ve kullanım alanı olarak tasarlanmıştı. Bildiğiniz en ucuz malzeme  kullanılarak oldukça temiz , konforlu (!) ve sadece uyumak için kullanacaklarından ucuz gezmeyi seven insanlara göre yapılmış bir yerdi. Üç yatak olduğuna aldanıp 3 kişi de kalırız ne olacak canım diye aman sakın düşünmeyin :) 
Mavinin ve yeşilin bu kadar güzel bir arada olduğu bir yer daha önce görmedim  desem inanır mısınız? 






Bern 'e varıp da trenden indiğimizde gökyüzünde gezinen kara bulutların bizi burada yakalayıp ıslatacağından artık emin olduk. Zira iki gündür peşimizde dolaşan bulutlardan  nihayetinde bir yerde kaçamayacağımızı biliyorduk. Ama şehri görünce yağmura yakalanmaktan korkulmayacak bir  yer olduğunuz anlamış olduk . Tıpkı Bologna da olduğu gibi burada da ana caddelerdeki binalar önlerindeki yağmurda gezilebilsin (!) diye üstü kapalı yapılmıştı . Böylece ıslanmadan gayet de güzel gezdik İsviçre'nin başkentini  :)  
Ana caddeden ilerlerken dikkatimi çeken şey belli aralıklarla  çeşitli heykellerle süslenmiş küçük havuzların olmasıydı. Eminim  her birinin bir anlamı vardır ama maalesef biz bu konu hakkında bir bilgi edinemedik . Bir çaba sarf  etmedik desek daha doğru olur :) 

Bern'i tepeden seyredilecek en güzel yerinin bir Gül bahçesi olduğunu duyunca  yağmura rağmen soluğu orada aldık.  Bahçeye vardığımızda ise bahsedilen güllerin bizim bildiğimiz  Isparta gülleri olmadığını anladık. Bunlar rengarenk  orman gülleriymiş . 

Bern de  dolaşacak fazla bir yer bulamayınca hadi Lozan'a gidelim dedik. Orası daha güney belki daha sıcakdır diye soluğu tren istasyonunda aldık. Swıss pass ımızn olmasının verdiği rahatlıkla bindik trene ve İsviçre'nin güneyine indik. 

Burası gerçekten bildiğimiz güneydi.Üstümüzde ki kabanları çıkardık başladık yolları arşınlamaya.Ancak burası diğer kentler gibi düz olmadığından elimizde bebek  arabası yokuş yukarı tırmanırken epey efor harcadık.


Kuzeyi ile güneyi arasında fark var İsviçre'nin. Luzern de Almanca konuşulurken , Lozan da Fransızca konuşuluyordu. Lozan da menüler de kreplere rastlarken Luzern de fondü , ve bir çeşit patates yahnisi diyebileceğimiz Rosti ye rastlıyoruz. Biz her zaman olduğu gibi tercihimizi genelde  bildiğimiz makarna ve pizzadan yana kullansak da Lozanda sebzeli Krep , Luzern de de rösti nin tadına bakmadan dönmedik. Erimiş peynir yemekten pek hoşlanmadığım , ve kokusuna dayanamadığım için föndü yemeyi tercih etmedim. Buna pişman mıyım ? Hayır değilim , yine gitsem yine erimiş peynir yemem. 
 Krep oldukça lezzetliydi diyebilirim ama , 19 CHF  vererek yediğimiz  Rösti denen sadece haşlanmış patatesi rendeleyip üzerine kızarmış mantarı ekleyerek geleneksel bir yemek yaptıklarını sanan İsviçrelilere diyecek tek bir lafım var bizim ülkemize gelin de geleneksel yemek nedir görün. Sadece bu yemek için verdiğimiz paraya inanın çok acıdım. Eğer bir gün yolunuz düşer de İsviçre'ye giderseniz merak edip de rösti yemenize inanın hiç gerek yok. 

İsviçre  gezimiz boyunca değişken hava koşullarına uyum sağlayabilmek adına lahana gibi giyinip soyunarak bize bu noktada çok yardımcı olan bebek arabamızı burada anlatmadan geçemeyeceğim. Çocuk yorulduğunda onu taşıyan , bunun dışındaki zamanlar da ise üstümüze giydiğimiz tüm lahanaları, sırt çantamızı, yiyeceklerimizi ,fotoğraf makinamızı , kızın portatif  tuvaletini, taşıyan bu alet gerçekten müthiş  çok amaçlı bir performans gösterdi diyebilirim. 

Esas görülmesi gereken İsviçre'nin dağları ve parklarında görüşmek üzere diyerek  2012 mayıs  ayında yaptığımız bu gezinin biraz geç kalmış yazısını sizlerin yorumlarına gurulra sunarım. .....

4 yorum:

ışınonur dedi ki...

Dağların arasında kalan gölleri ve gül bahçeleri beni fırsat bulunca gitmeye ikna etti :)

Kusolmakk dedi ki...

İsviçre ben de, orda bir köy var uzakta, gitmesekte göremesekte duygusu yaratıyor.
İsviçreli birileyle tanışmak, gidenlerden dinlemek, fotoğraflarına bakmak, bozulmasını istemediğim bir mükemmellik 'resmi'.
Siz yaşadınız ya biz de anlattıklarınla yaşamış kadar olduk:)

www.entel-kedi.blogspot.com dedi ki...

merhaba
isviçre gitmek istediğim yerlerden biri..özellikle alplere yakın köyler..

Yasemin Ertürk dedi ki...

fırsat bulursanız gidin derim ben, o dağlar gerçekten insana ayrı bir huzur veriyor.