Pencerenin dışında yanıp sönen kırmızı renkli neon aydınlatıyordu duman altı odayı. İzmaritler komodinin üzerindeki kül tablasından taşıp, rutubet kokan halıya saçılmıştı. Banyodaki musluk, insanın beynini bir matkapla delercesine şıp şıp damlıyordu pas lekeli küvete. Kafasını kaldırıp baktı sağ köşesi kırık aynaya. Ve göz göze geldi sol gözünün altındaki morlukla.
Ne söylediyse fayda
etmemişti. İnandıramamıştı onu. “Sandığın gibi değil” sözcükleri ağzından
çıkmıştı ki, ilk yumruğu yedi böğrüne. “Dur yapma, etme!” demeye kalmadan
çöküvermişti üstüne. Can havli ile kaçmıştı elinden gözünde yaşlar, ayağında
topuklu tüylü terlikleri ile. Resepsiyondaki çocuk hiç bir şey sormamıştı
uzatırken anahtarı. Bir kağıt mendil ve bir ufak anason şişesi verdi, her
türlü derde derman olur düşüncesi ile.