Bir nevi “plazanın delisi” muamelesi yaparlarmış kendisine.
Dedikodusunun alası yapılırmış tuvalet köşelerinde, asansör kuyruklarında.
Kimine göre bu dört köşe cam fanus içinde yeterli nefesi alamayıp beynine
oksijen gitmediği için, kimine göre beklediği terfiyi alamadığı için, kimine
göre de sevdiği kız onu bir başka plazada yaşayan daha üst düzey bir çalışan
için terk ettiğinden bu haldeymiş adam.
Taşları kurbağalara atarken, boynunu hafif büker, dudaklarına
masum bir tebessüm iliştirir, gözlerini kapatır, hayallere dalarmış. Bir gün
bir deniz kenarında çakıl taşları üzerinde dalga sesleri ile uyuduğunu, bir gün
bir dağ köy kahvesinde kuru sandalyeler üzerinde ince belli bardakla çayını
yudumladığını, bir gün Afrika’da safaride bir aslanla göz göze geldiğini düşlermiş.
Ayakta rüya görmekmiş onun yaptığı. Bu esnada da taşları atarmış kurbağalara
ürksünler diye.
Bir gün plaza yaşayanlarından biri dayanamamış tüm cesaretini
toplayıp gitmiş adamın yanına. Bütün dedikoduları bir yana atıp, gerçeği öğrenmeyi
çok ama çok istiyormuş. ''Pardon, size bir şey sormak istiyorum yüksek müsaadenizle
efendim. Neden her gün bu havuza taş atıyorsunuz acaba?'' diye sormuş. Adam
kapalı olan gözlerini açmış, bükük olan boynunu doğrultmuş, tebessüm ilişik
dudaklarını serbest bırakmış ve gayet donuk bir sesle ''kurbağaları ürkütmeye
çalışıyorum'' demiş. Plaza yaşayanı gülmüş. ''İyi de bu kurbağalar cansız,
taştan yapılmış biblolar sadece, ürkmelerini beklemeniz çok anlamsız'' demiş.
Bu cevabın karşısında adam kalın kaşlarını kaldırarak ''Peki sen kendini canlı
mı sanıyorsun, bu yüz katlı, dört tarafı cam ile çerçeveli fanusun içinde
yaşarken? O cansız dediğin kurbağalar ile arandaki fark ne? Nefes alıp vermek
mi? Peki soluduğun hava gerçek mi? Senin de kafana her gün onlarca taş
atıyorlar ve sen de ürküp kaçmıyorsun buradan, tıpkı bu havuzdaki kurbağalar
gibi. Sen şimdi git önce bu soruların cevabını bul, sonra da gel beni tekrar
sorgula!'' demiş ve havuza dönüp elinde kalan diğer taşları atmaya devam
etmiş.
Duydukları karşısında kısa bir şok geçiren plaza yaşayanı, kendini
toparladıktan sonra dedikodu kazanına atıvermiş plaza delisinin söylediklerini.
Kazan bütün gün fokur fokur kaynamış, kaynadıkça coşmuş, coştukça taşmış.
Ertesi gün havuzun başında plaza delisinin yanında bir kişi daha belirmiş
kurbağalara taş atan, sonraki gün beş kişi, on kişi derken bir de bakmışlar
havuzun kenarı dolup taşmış.Tüm plaza yaşayanları havuzdaki kurbağaları
ürkütmek için havuzu taşlıyormuş. Bu süre içerisinde hiç bir kurbağa ürkmemiş
ama bu hareketi önleyemeyen plaza yönetimi ürkerek, çareyi kurbağalı havuzu
bina girişinden kaldırmakta bulmuş.
Kurbağaların ürkmeyeceğine inananlar ise sabah gelip de kurbağalı
havuzu göremeyince çok şaşırmışlar. Plaza delisi bütün bu olanları sessizlik
içinde izliyormuş kenardan. Plaza yönetimini ürkütmek sureti ile, dolaylı
yoldan da olsa kurbağaları ürkütüp o havuzu oradan kaldırtmayı başardığı için
de kendisi ile gurur duyuyormuş. Bundan sonra kendisine plaza yaşayanları “sosyolog
filozof mühendis bey” diye hitap etmeye başlamışlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine de olan zavallı çirkin
kurbağalı havuza olmuş.
3 yorum:
yaşamın içinde ne enstantaneler saklı değil mi?
evet hiç bir şey göründüğü gibi değil, hayat da bu zaten.
Hepimiz cansız birer kurbağaymışız meğer :(
Düşündürücü yazı için teşekkürler...
Yorum Gönder