28/Şubat/2007
Biz haftanın altı günü 8:30-18:30 çalışanlarız.....Hayatlarımız kurulmuş saat gibidir. Sabah kalkış saatimizden, servise biniş saatimize, kahvaltıda yiyeceğimiz sandviçin içinde ne olacağına kadar düz bir çizgi içinde yaşar gideriz. Daha pazatesi sendromunu atlatamamışken bir bakmışız ki cuma gelivermiş. Hangi arada derede bu günler geçmiş, takvim yaprakları savrulmuş yine haftanın başı gelmiş aklımız bir türlü ermez.
Hep yakınır dururuz. Başucumuzda okunmayı bekleyen kitaplar üstüste dağ gibi çoğalır. Yeni vizyona girmiş filmler izlenmeyi bekler, biz gidene kadar rafa kalkar. Gezilecek görülecek yerler vardır resimleriyle avunuruz.Yaşımız ilerlemiş yolun yarısına gelmiş kilo almışızdır , spora gidelim deriz vaktimiz yoktur. Eski dostlarımızı özler onlarla vakit geçirmek isteriz, sevgilimzin eşimizin çocuğumuzun vaktinden çalıp özlemimizi gidermenin yolunu ararız .
Bütün bunların arasında boğulup durduğumuz bazı anlar küçük hayallerle o yürüdüğümüz düz çizgiden geri dönmek üzere kısa bir süre saparız. Adı üstünde hayaldir ya laf lafı açar, konu konuyu bir yanda kendimizi bambaşka bir yerde buluruz.
İşte öyle anlardan birinde hadi Mardin'e gidelim dedik ve yoldan saptık. Düşüncesi bile heyecanlandırdı bizi ve birden bire halay çekip türkü söyleyerek uçak bileti araştırırken bulduk kendimizi.
Ve karar verdik gidiyoruz Mardin'e. Siyah beyaz hayatımıza küçük bir renk katmaya gidiyoruz. Taş sokaklarında dolaşıp yüzyıllardır sakinlik içinde yaşayan insanlarını görmeye gidiyoruz.Önden nar salatası yiyip arkasından zencefilli limonata içmeye gidiyoruz. Tamamiyle amatör makinalarımızla yaşadığımızdan çok başka bir hayatı fotoğraflamaya gidiyoruz.
Bir hayalden yola çıktık gidiyoruz, deli miyiz neyiz biz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder